Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 23 Kasım 2024 Cumartesi
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  Yazarlarimiz » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KARŞI TARIMSAL STRATEJİLERİMİZ NELER OLMALI 
 
Önümüzdeki yüz yıl içinde küresel sıcaklığın 5,8 C°’den fazla artış göstereceğini öngörüyor. Daha önce pek fazla bilinmeyen açlık, sel felaketleri ve tatlı su eksikliği gibi kavramlar adeta söz konusu öngörünün habercisi. Gerçekten de kuraklıkların oluşma sıklığı şimdiden geçtiğimiz 30 yılda iki kat arttı, Doğu Avrupa gibi bölgeler bu yüzyılın başından beri sık sık sel felaketleri ile karşılaşıyor. Hatta bu etkiler gelecekte buzulların erimesi ile deniz seviyeleri yükseleceği, nehir ve kıyı taşkınlarında, sellerde artışlar gözleneceği, mercan kayalıkları, ormanlar, ekosistemler, doğal otlaklar gibi sistemler tehdit altında kalacağı,  türlerin soylarının tükenmesinin ve biyolojik çeşitlilik kayıplarının başlayacağı doğrultusunda senaryoları yazılıyor. Bu nedenle dünya biyoyakıtlar başta olmak üzere temiz enerji kaynaklarını devreye sokup, 2020’lerde sera gazlarının etkisini en aza indirgeyerek, küresel ısınmaya “dur” demeyi hedeflemektedir. Küresel ısınmada sera gazlarına neden oldukları için genelde fatura fosil yakıtlara çıkarılmakta ve bu nedenle ağırlık hidroelektrik, jeotermal, güneş ve rüzgar enerjisi ve biyoyakıtlar gibi “temiz enerji” kaynaklarına verilmektedir. Bu çerçevede her ülke Kyoto protokolü gereği 2020’ler için temiz enerjiyi devreye sokarak, salımı azaltma veya sınırlama yükümlülüklerini deklere etmişlerdir. Örneğin Avrupa Birliği %20 - %30, Avustralya %15 - %25’e, ABD %17, Türkiye %11’lik salım azatlım taahhüdünde bulunmuştur. Ülkemiz de küresel iklim değişikliklerin etkilerini azaltma veya uyum sağlama yönelik bir “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ı uygulamaya koymuşlardır. 
 
Enerji politikalarında cesur önlemler alınmadığı takdirde, yüksek karbon üretimi nedeniyle önümüzdeki 25 yıl içinde, hava sıcaklığında 3,5 derecelik bir artış beklenilmektedir. Söz konusu sıcaklık artışının, dünyadaki canlı nesillerinin büyük oranda (% 70!) yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınabileceğine de değinilmektedir.  Hemem hemen bütün ülkeler CO2 emisyonuna olumlu katkıları nedeniyle biyoyakıtlara yönelmişlerdir. Nitekim AB 2010 yılında kara nakil araçlarında kullanılan yakıtın %5,75'ini biyo yani yeşil yakıttır. ABD de ise 2006 yılında 19 milyon m3 olan etanol kullanımını 2017 yılında 132 milyon m3’e çıkartılmayı hedeflemektedirler. Fakat biyoyakıtların gıda kaynaklarında azalmaya ve dolayısıyla gıda fiyatlarında artış sorumlusu olarak kabul edildiğinden, G20’ler biyoyakıtların alg, orman ürünü gibi gıda dışı kaynaklara kaydırılma kararı almıştır. Fakat tam bu aşamada Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun (EPDK), 19 Eylül 2011 tarihinde aldığı bir karar ile 2013 yılından itibaren benzin ve motorine her yıl artan oranlarda yerli tarım ürünlerinden üretilen etanol ve biyodizel katılma zorunluluğu getirilmiştir.
 
Gıda fiyatlarındaki artışın arz-talep dengesizliğinden kaynaklanmaktadır. Bugün Afrika’da yaşanan kıtlığın ana nedeni kuraklıktır. Dünyanın geçmişine bakıldığında 2-4 C0’lik sıcaklık artma tahmini hiç de olasılık dışı değildir. Her bir derece sıcaklık artışı karşısında buharlaşma, tuzlanma, su tüketimi gibi bitki yetişmesinde yönlendirici girdiler verimi olumsuz etkileyecektir. Bu da gerek gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, gerek bitkisel ve gerekse hayvansal üretimin, artan nüfusu beslemede yetersiz kalabileceğinin bir göstergesidir. 
 
Küresel ısınma, nüfus artışı ve kaynak kullanmadaki özensizlik insanlığa, yönetimlere büyük baskı oluşturmaktadır Bugünkü sistemler, gelecekteki olumsuz etkilerin önlenmesine, güvenilir ve sürdürebilir tarımsal üretimini kapsamamaktadır. Hâlbuki gıda üretimi, dağıtımı ve tüketimi var olan koşullara göre titizlikle gerçekleştirilmek zorundadır.
 
FAO’nun son tahminlerine göre 2050’li yıllarda dünya bugün üretilen tarımsal üründen %70 daha fazla üretmek zorundadır. Fakat yıllık tarımsal üretim 2020’lerde maalesef % 1,7 küçüleceği tahminlenmektedir.
 
 
Bu gerçekler çerçevesinde 2080’lerde coğrafi konuma göre bazı ülkelerde tarımsal üretim kapasitesi azalırken, bazı ülkelerde de artacaktır. Metindeki haritadan da kolayca anlaşılabileceği gibi Avrupa’da küresel ısınma sonucu tarımsal verimlilik %15 artacaktır. Rusya ve orta Asya da bu kategoriye girmektedir. Hatta İsveç, Norveç, bazı Orta Asya ülkeleri ve Mısır’da verimliliğin %35 daha fazla olacağı tahmin edilmiştir. Buna karşın Afganistan, Arabistan ve Türkiye’nin oluşturduğu bir gurupta verimlilik %15 düşecektir. Çok daha olumsuz tarafı İran, Irak, Suriye, Pakistan ve Hindistan gibi Asya ülkeleri ile Afrika ülkelerinde verimlilik %50 düşecektir (gri renkli ilkelerden veri sağlanamamıştır).  
 
Türkiye’nin küresel ısınmadan etkilenerek tarımsal verimliliğindeki %15 kaybı çok önemlidir. O nedenle politikacılıların ve planlamacıların yarınlar için şimdiden yeni stratejiler geliştirmesi kaçınılmazdır. Bu aşamada öncelikli olarak:
 
· Gıda güvenirliği ve sürdürülebilir tarım ulusal ve uluslar arası politika gündemlerine alınmalıdır,
· Yakın gelecek için sürdürülebilir tarım ve gıda sistemleri için ciddi yatırımlar planlanmalıdır,
· Sera gazı ve tarımı olumsuz etkileyen etmenleri en aza indirmeye çalışılmalı, tarımsal üretimi sürekli artıracak tedbirler alınmalıdır, 
· İklim değişikliğinden en çok olumsuz etkilenecek sektöre destek verecek politikalar ve programlar geliştirilmelidir,
· Üretimden tüketime gıda kayıplarını azaltacak programlar geliştirilmelidir,
· Bütün bilgi akışını paylaşarak, olayın önemini topluma aktaracak, toplumda farkındalık yaratacak programlar oluşturulmalıdır.
· Ön görülen sıcaklık artışına ayak uyduracak herhangi bir genotip beklenemez. Yani bugünkü çeşitlerin hiç birisi iklim değişikliklerinde varlıklarını sürdüremeyecektir. Zaten genelde herhangi bir yeni çeşidin 4-5 yılda yerine yeni çeşitlerin gelmesi kaçınılmazdır. Türkiye’de yüzlerce türün çok sayıda alternatif üretimi (yazlık-kışlık, tarla-sera vs) seçenekleri için yarın gereksinim duyulacak genotiplerin geliştirilmesi için tüm ulusal kaynakların devreye sokulması gerekmektedir. Bu konuda özel sektör pek gönüllü olmayacaktır. Fakat konu yalnız Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bırakılmayacak kadar önemli. Binlerce potansiyel bitki araştırmacısının bulunduğu Üniversiteler hazırlıkları sürdürülen “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”nın tarım modülünde muhakkak devreye sokulması gerekir. Türkiye’nin 2 milyon memur sayısını bir milyona indirme politikası sonucu söz konusu kamu hizmetinin azalmaya başlayacağı bir gerçektir. Üniversitelerin bu konudaki etkinliklerini titiz yönergelerle devreye sokmak gerekir. Burada batı üniversitelerinde yüksek lisans tezlerinin %80’den fazlasının uygulamaya yönelik olduğu, Türkiye’de ise bunun maalesef %10’ların altında kaldığını hatırlatmalıdır. Uygun fizyolojik, biyolojik ve moleküler karakterizasyon konularında başlanacak güdümlü projelerin çok hızla artacağı beklenmelidir. Islahçı hakları yasasının işlerlik kazanmasından sonra  “tek gen”in dahi tescil edilebilmesi yarınlarda çok gereksiniminiz olacak kurak (veya tuzlu)  koşullara adapte olabilen yeni genotiplerin geliştirmesine büyük hız kazanacaktır.  
 
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz
 

Ekleme Tarihi
01.12.2011
Ekleyen Kişi
Nazimi Açıkgöz


Paylaş | |
 DİĞER YAZILARI