Bilim-teknoloji otoyolundaki yayalar, yanlarından geçip gidenlere taş atıyorlar.
Son birkaç haftadır, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in Ulusal Biyogüvenlik Kanunu tasarısı taslağının Bakanlar Kurulunda imzaya açıldığını söylemesinin ardından, biyoteknoloji karşıtları yine ayaklandılar. “GDO’lu ürünlerin önü açılıyor” diye.
Bu konuda, daha önce, “aman dikkat hocalarımızın kafası çok karışık” ve “hocalarımızın kafası niye karışık” başlıklı yazılarla biyoteknoloji konusunda düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım.
Biyoteknoloji karşıtlarının yazdıklarını her okuyuşumda görüyorum ki: 1) bu arkadaşlar ya tarımdan ve çiftçilikten hiç anlamıyorlar, ya da 2) kendi ideolojik görüşlerini ve pozisyonlarını korumak için bilinçli olarak tarımın bir dizi asıl sorununu görmezden geliyorlar. Sadece Türkiye’de değil uluslararası platformlarda da bu kerameti kendinden menkul şahsiyetler, gerçekleri çarpıtmaktan da, dahası haklarını savunduklarını iddia ettikleri insanların vahim duruma düşmelerinden de asla rahatsız olmuyorlar.
İşin belki de en acınası yanı, teknoloji karşıtı bu arkadaşlar iddialarına karşı ortaya konulan bilimsel yayınları da, ya görmezden geliyor, ya da bilimsel eserlerin içerisinden cımbızla çektikleri 1-2 noktayı çarpıtarak ısrarla aynı söylemleri bıkmadan usanmadan sürdürmeye devam ediyorlar. Uzman olmadıkları konularda, kulaktan dolma bilgilerle, bilimsel kanıta ihtiyaç duymadan sorumsuzca beyanlarda bulunan bu kişilerin ortak yönleri toplumun ilgi duyduğu konularda yalan yanlış konuşarak popüler olmak ve bu yolla kazandıkları şöhreti de çeşitli vasıtalarla paraya çevirmeye çalışmaktır.
Bu teknoloji karşıtlarının bilgi kaynağının önemli bir kısmını, doğanın hoyratça tahrip edilmesine ve çevre sorunlarına karşı halkı duyarlı hale getirmek amacıyla bir grup idealist genç tarafından 1970’lerin başında kurulmuş bulunan, ancak şimdi küresel bir holding halini alan “Greenpeace” örgütünün web sitesinde çıkan çoğu çarpıtılmış haberler oluşturuyor. Yine çeşitli küreselleşme karşıtı gruplar, organik tarım fanatikleri ve özellikle de teknoloji karşıtlığını meslek haline getirmiş Vandan Shiva, Jeff Smith ve Jose Bove gibi profesyonel eylemciler de bu mesnetsiz iddiaların önemli kaynakları arasında yer alıyor.
Basın yayın kuruluşlarının, hiçbir bilimsel dayanağı olmasa da bu tip sansasyonel haberleri alıp birinci sayfalarına taşımaları, bir taraftan eylemcilerin işini kolaylaştırırken öte taraftan da bilim adamlarının gittikçe medyadan uzaklaşmasına, sonuçta da kamuoyunun bilimsel bilgilere ulaşmasına engel oluyor.
Bu olguyu geçen hafta Hükümet sözcüsü tarafından Ulusal Biyogüvenlik Kanunu tasarısı taslağının Bakanlar Kurulunda imzaya açılmasını duyurmasından sonra daha da belirgin yaşamaya başladık. Teknoloji karşıtları hep bir ağızdan “GDO’lu ürünlerin önü açılıyor” diye bağırmaya başladılar. Niye bağırdıklarını anlamak çok güç zira hiçbirinin elinde söz konusu taslak yoktu. Ondan önceki taslak ise o kadar çok değişti ki, şu anda neyi tartıştığını bilen yok. Teknoloji karşıtlarının fikir birliği içerisinde oldukları tek konu ise GDO’ların “öcü” olduğudur, yine neden “öcü” olduğunu bilmeden.
Bu arkadaşlardan ikisi 4 Haziran akşamı Okan Bayülgen’in “Sade Vatandaş” programına konuk oldular. Sade vatandaş Okan Bayülgen ne kadar etkilendiyse ben de o kadar çok etkilendim. Bu kadar cehalete ancak şapka çıkarılır. Profesör ünvanlı kişinin tarım ve GDO’larla ilgili söylediği hiç bir şey doğru değildi. Ama çok etkileyiciydi; Okan Bayülgen’in bakışlarından ve söylediklerinden de bu görülüyordu. Diğeri ise kendisini Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı olarak tanımlayan, ancak çiftçilikle yakından uzaktan alakası olmadığı anlaşılan şahısın iddialarıydı. Hatta Okan Bayülgen söylediklerine o kadar bayıldı ki Diyanet İşlerini hemen göreve çağırdı.
Bu ikili son olarak geçtiğimiz Cumartesi akşamı Sky Türk’te boy gösterdiler. Tarımsal üretim gerçekleriyle alakası olmayan, hatta hibrit tohumun bile ne olduğunu bilmeyen, GDO’lu ürünler ile hibrit tohumları ayırt edemeyen bu uzmanlar yine biyoteknoloji ürünlerine verip veriştirdiler. Çiftçilerin başkanı olduğunu iddia eden zat, hiç ilaçsız gübresiz üretim yapıp hem Türkiye’yi hem de dünyayı besleyeceğini söylemekten de geri kalmadı. Geçenlerde Özdemir İnce’nin Hürriyet’teki köşesinde belirttiği, “Türkiye’de en yaygın olarak kullanılan özgürlük ‘zırvalama’ özgürlüğü” saptaması her halde bu olsa gerek.
Bu arada, sözde uzmanlar ve teknoloji karşıtları kayıkçı kavgasına devam ederlerken, atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Yukarıda da değindiğim gibi yıllardır sürüncemede bırakılan Ulusal Biyogüvenlik Kanunu tasarısı taslağı, Tarım Bakanlığından bir iki bürokratın şahsi görüş ve çıkarları doğrultusunda hazırlanarak Meclis’e gönderilmek üzere Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılmış bulunuyor.
Ne yazık ki bu taslak, son derece iddialı olmanın yanında, her şeyi kontrol altında tutmayı hatta bilimsel verilere dayanmaksızın modern biyoteknolojiyle ilgili araştırmaları dahi yasaklamayı öngören bir yaklaşım sergilemektedir. Buna karşın, tasarı biyogüvenlikle ilgili gerekleri yerine getirecek teknik içerikten ve bütünlükten yoksun görünmektedir. Ayrıca, tasarı dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde görülmeyen cezai yaptırımları da içermektedir.
Taslak incelendiğinde, 4898 no’lu kanunla onaylanan Uluslararası Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne sadece atıfta bulunulduğu görülmektedir. AB biyogüvenlik mevzuatından yüzeysel ve kısmi alıntılar yapılmış olmakla beraber, bu direktif ve regülasyonlara hiç atıfta bulunulmamakta, AB mevzuatında (Direktifler ve ilgili yönetmelikler) istenilen gerekler de yerine getirilmemektedir.
Taslağın daha da endişe verici tarafı, Tarım Bakanlığı’ndan kısmen bağımsız ve tamamen bürokratlardan oluşan yeni bir Biyogüvenlik Kurulu oluşturmayı öngörmesi ve biyoteknolojik araştırmalarla ilgili düzenleyici kuralları ve biyogüvenlikle ilgili tüm detayları Bakanlık tarafından hazırlanacak yönetmeliklere bırakmasıdır.
Özetle, biyoteknolojik ürünlerin geliştirilmesi, üretimi, ticareti ve kullanılması ile ilgili bir Ulusal Biyogüvenlik Kanunu’nun hazırlanması, hem AB müktesebatına uyum hem de Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Biyogüvenlik Protokolü’nün uygulanabilmesi için yararlı olacaktır. Ancak, bunun için GDO’ya karşıt olanlar da dahil, tüm paydaşların bir araya gelerek AB mevzuatına uyumlu bilimsel esaslara dayalı risk analizini öngören bir kanun tasarısı için işbirliğine girmeleri elzem görünmektedir.
Prof. Dr. Selim Çetiner
Sabancı Üniversitesi
kaynak.gidatarim.com |