Mesele o mesele, kendisi eski ama her dem taze mesele:
Bizde Ziraat Eğitimi
“Yine o mesele, eski mesele...
Hayır, başlangıcı eski, kendi her dem taze mesele, kırk yıllık mesele ve bir türlü halledilemeyen mesele...
Bu mesele, ziraatın “Mektepler meselesi”dir.
Bundan takriben yarım asır evvel ilk ziraat mektebi açılırken, bu mesele ortaya çıktı. Fakat yarım asırlık zaman içinde aynı mesele türlü şekillerde ve sayısız defalar tazelendi.
Bu iş bazen bir yüksek ziraat tedrisatı davası olarak ortaya kondu; bazen de uygulamalı ziraat tedrisat meselesi halinde karşımıza çıktı. Kâh eldeki kurumların şekilleri kusurlu bulundu, şekil değiştirmeleri başladı; kâh eskiden kurulan mekteplerin yerleri fena addedildi ve bunlar kapatıldı; başka yerlerde yenileri açılmaya çalışıldı. Yarım asırdır ziraatımızda mektep açtık, mektep kapadık, mektep yaptık, mektep yıktık ve bu açılma- kapanma, yapma-yıkma böylece devam edip gitti.
Eski zamanları şöyle bir yana bırakıyoruz, sadece yaşadığımız devri ele alıyoruz, görüyoruz ki devrimizde de yine aynı mesele tap taze karşımızda duruyor.
Anadolu harbinden sonra yeni devlet kurulunca ziraatımızda yine bir “Mektepler meselesi” ile karşılaşıldı. Bu kerre mesele ziraatta orta tedrisat meselesi olarak kavrandı, bu meselenin halli için de on iki orta ziraat mektebi birden açıldı.
Lâkin aradan beş sene geçmeden, bu meselenin yine halledilemediği anlaşıldı ve aynı mesele kendini bilmem kaçıncı defa kendini yeniden gösterdi. Yalnız bu defa mesele büsbütün had bir dava halinde patlak verdi; bu patlayış eldeki bütün ziraî irfan kurumlarının birden kapatılmasına varacak derecede radikal ve haşin icraata sebep oldu. Haddi zatinde bu hareketin manası, aynı işe bilmem kaçıncı defa yeniden ve tekrar başlamaktı.
Memleketimizde tamam beş yıl ziraat eğitimi durdu; beş yıl boyunca Türkiye ziraatı hiç bir yeni eleman kazanamadı. Bu beş yıllık duraklamadan sonra hep yeni bir ruhla Ankara’da “Yüksek Ziraat Enstitüsü” ve yurdun muhtelif yerlerinde de dört orta ziraat mektebi birden açıldı. Herkes bununla meselenin nihaî şekilde halledildiğini sandı ve biz de ziraat mekteplerinin normal bir inkişaf içinde ilerleyeceklerini umduk; fakat...
Fakat aradan çok uzun zaman geçmeden, ortada tekrar bir “Ziraat mektepleri meselesi” olduğunu duyduk. Bu defa mesele, orta ziraat mekteplerinin temellerini ve karakterlerini değiştirecek bir temayülle ortaya çıktı. Bununla beraber, bu çıkış bir hareket ve işle neticelenmedi, üç yıl evvel yeniden açılan orta ziraat mektepleri oldukları gibi kaldılar.
Ziraatta bu mektepler meselesinin bu yakınlarda bir yüksek ziraat tedrisatı meselesi halinde yine nüksettiğini de biliyoruz. Bu defa beş yıl evvel kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsünün yarayışsızlığının ileri sürüldüğünü ve bu müessesenin reforme edilmesi zaruretinin ortaya konduğunu hatırlıyoruz.
İtiraf edelim ki beş yıllık ömrü olan yep yeni bir müessesenin reforme edilmesi iddiaları da artık bizi şaşırtmıyor. Zira, yukarıda da söylediğimiz gibi bu mesele ne bir orta ziraat tedrisatı meselesi, ne de bir yüksek ziraat tedrisatı meselesidir. Bu mesele ziraatımızda yarım asırdır devam edip gelen bir meseledir. Onun için dert kronik hale gelmiştir, dert kartlaşmıştır diyoruz.
Neden?...
Ziraatın irfan tarihinde görülen bu karışıklığın başlıca sebebi, şimdiye kadar ziraat eğitimi sahasında yapılan teşebbüslerin hepsinin de, eline irade geçiren şahısların kafalarında bir anda doğuveren bir şemaya göre yürütülmüş olmasıdır. Çekinmeden söyleyebiliriz ki bu işte, başlangıçtan bu güne kadar tüyleri ürpertecek bir keyfilik ve şahsîlik hüküm sürmüştür. Bundan ötürü, ziraatta hiç bir mesele “mektepler meselesi” kadar bir keyfilik göstermemiştir. Ziraatın mektepler meselesinin hallinde ne ihtisas nazarı dikkate alınır, ne de Türkiye’nin doğal, yapısal ve ekonomik şartları göz önünde tutulur. Ziraatın “mektepler meselesi” kaprisleri avutan bir vasıtatır.
Ayrıca ziraatta “mektepler meselesi”nin halli yönündeki teşebbüsler şimdiye kadar hep teferrüat içerisinde oyalanmıştır. Her reform teşebbüsü mutlak surette bu meselenin bir cüzüne saplanıp kalmıştır.
İşte başlıca bu iki sebebin etkisiyle ziraat eğitimi meselesi Türkiye ziraatında müzmin bir dert olmuştur. Bunu bu hale getirenlerin hiç birinden de bugüne kadar hesap sorulduğunu bilmiyoruz. Yalnız bildiğimiz bir musibet var; o da şahısların arzularına göre yapılan tahvillerin, tesislerin cezasını ziraat camiasının çekmekte olmasıdır.
Bize göre dava, yalnız başına ne bir orta tedrisat davası, ne de bir yüksek tedrisat davasıdır. Bunların ikisi de asıl kompleks içinde münferid birer meseledir, fakat onların her biri birer “hep” değildir.
Haddi zatinde Türkiye’de çok yönlü, pek ehemniyetli bir ziraat eğitimi davası vardır; bu dava bir çok teferrüatı ihtiva eden bir “kül”dür. Onun parçaları aşağıdan yukarıya doğru “Genel eğitimde ziraat bilgisi”, “ilk ziraat eğitimi”, “orta ziraat eğitimi”, yüksek ziraat eğitimi” ve nihayet “ziraatta uzmanlık eğitimi” dir. Bunların her biri başlı başına birer meseledir. Lâkin her birinin de yek diğeriyle sım sıkı münasebetleri, birbirleri üzerine karşılıklı tesirleri vardır. Bu itibarla, örneğin yalnız orta ziraat eğitimi diğerlerinden tecrit edilerek tek başına hallolunamaz; yüksek ziraat eğitimi için de durum aynıdır. Ziraat eğitiminin yan meselelerini münferit ve tek başına halletme teşebbüsleri neticesiz kalmaya mahkumdur. Bu tarzda hareket Türkiye’yi ancak bir bozup yapma, bir yapıp yıkma macerasına sürükler.
Bundan başka, memleketimizde “ziraat eğitimi” davası akşamdan sabaha gerçekleştirilebilecek bir dava değildir, hele o hiç şahısların keyiflerine ve temayüllerine göre halledilecek bir iş de sayılmamalıdır. Bu davanın hallinde memleket şartlarının ve ihtiyaçlarının ayrıca tedkik edilmesi, ondan sonra da esasları değişmeyecek bir planın tesbit edilmesi ve bu planın şaşmaz bir sebat ve istikrarla tatbik olunması zarureti vardır. Aksi taktirde, Türkiye’de her dem taze bir “ziraat eğitimi davası” şimdiye kadar olduğu gibi, nesilden nesile intikal edip gidecektir.”
Bu makale, bir dönem Tarım Bakanlığı da yapan Prof.Dr. Şevket Raşit Hatipoğlu tarafından 1939 yılında, yani tam 70 yıl önce yazılmıştır (bu makalenin bulunduğu kitabın orijinalini benden esirgemeyen Prof. Dr. İrfan Girgin’e şükranlarımı sunarım).
Atatürk döneminde, 1933 Üniversite reformunun öncülüğünü yapan Dr. Reşit Galip’i ve Prof. Hatipoğlu’nu rahmetle ve saygıyla anıyoruz. Genelde üniversiteleriminizin özelde tarım öğretiminin içinde bulunduğu bugünkü vahim durumun sorumluları şimdiye kadar profesör oldular, bölüm başkanı oldular, dekan oldular, rektör oldular; ancak, yaptıklarından ya da yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından hiç ama hiç mahcup olmadılar. Bundan 70 yıl sonra onları rahmetle anacak birisi çıkar mı dersiniz? |