Çiftçi Defteri
    TÜRKİYENİN EN GÜVENİLİR
                GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK PORTALI

E-Posta
Şifre
Beni Hatırla    
Ş. Unuttum | Üye Ol
Bugün: 29 Mart 2024 Cuma
Haberler Yazarlarımız Basından Makaleler Günlük Teknik Bilgiler Etkinlikler Foto Galeri Video Galeri
 Şuan Buradasınız: Ana Sayfa »  Yazarlarimiz » 
facebook
Twitter
 ANA SAYFA
 Gıda
 İçecek
 Tarla Bitkileri
 Sebzecilik
 Meyvecilik
 Hayvancılık
 Su Ürünleri
 Orman, Peyzaj
 Organik Tarım
 Çevre, Enerji
 Bilişim, Teknoloji
 Tarım Tedarik
 Ekonomi, Lojistik
 Tarımsal Desteklemeler

Sürdürülebilir Kalkınma, Yeşil Ekonomi ve Kooperatifler

Son yıllarda dünyada yaşanan çevre felaketleri, gıda sorunları, açlık tehlikesi ile birlikte, bazı kavramlar günlük yaşamımıza girmeye, bizim için önemli olmaya ve kulağımıza hoş gelmeye başladı.
 
Bu konular gündeme geldiğinde, bir an önce tedbir alınmalıdır demeye başladık. Çünkü dünyanın hızla bir yok oluşa doğru gittiği gerçeği, hepimiz tarafından kabul edilen bir kavram haline geldi.

Bu konuda yapılan toplantılarda ya da köşe yazılarda ve haber programlarındaki açıklamalarda durumun aciliyeti ortaya konulduğunda sonuçlar hepimizi tedirgin eder oldu. Geldiğimiz bu noktada, çevreyi ve insanı düşünen bir kalkınma politikası şimdi mi aklımıza geldi, neden geç kaldık diye de hayıflanmaya başladık.

Dünya bu sürece nasıl girdi diye şöyle bir geçmişe bakacak olursak; 20. yüzyılda hız kazanan sanayi devrimi ile birlikte aşırı kazanç hırsı ve acımasız rekabet, çevreye ve insanlara da zarar vermeye başladı. 1960’ların ortalarından itibaren büyük sanayi ve ticaret şirketlerinin kurulduğu ülkelerdeki tükenen doğal kaynaklar, düşen verimlilik ve gelir oranları başta gelişmiş ülkelerdeki büyük sanayi ve ticaret çevrelerini rahatsız etmeye ve yeni arayışlar içine girdiler.

Bu durum sermayenin ülke sınırlarını rahat olarak aşabileceği, kar elde edebileceği ve özgürce hareket edebileceği, yeni adıyla küresel davranabileceği bir politika sürecini başlattı. Ne de olsa dünyadaki birçok ülkenin kaynaklarının değerlendirilmesine, yeni iş alanları yaratılmasına ve ulus aşan sermayenin de yeni kaynaklara ve kar elde edebileceği ucuz hammadde ve emeğe ihtiyacı vardı.

Tabii bu sürece birde uluslararası acımasız ticari rekabet eklenince, doğal kaynaklar çevre ve insan faktörlerinin geleceği dikkate alınmadan hızla sömürülmeye başladı. Askeri ve siyasi güç sahibi ülkelerin etkisinde imzalanan uluslararası anlaşmalar ne yazık ki bu sürece uzun dönem çare üretemediler. Ne zaman iklim değişikliği, küresel ısınma sorunu ortaya çıktı. İşte o zaman yok etmeye başladıkları doğa ve insanı hatırladılar.

Bu gelişmeleri takip eden bilin çevreleri, aktivistler, yazarlar ve gazeteciler başından beri dünyada olup bitene karşı çıktılar. Bu konuda önemli araştırmalar yaptılar, sonuçlarını dünya ile paylaştılar, kitaplar ve yazılar yazıldı. Karşı eylemler ile aktivistler halkı uyarmaya ve siyasilerin dikkatlerini bu konulara çekmeye çalıştılar.

Birleşmiş Milletler (BM) düzeyinde çevre konusu ilk defa 5 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’de yapılan toplantıda ele alındı. 113 ülkenin katıldığı çevre konferansında çevre sorunları bilim çevreleri ve hükümetlerin bir araya geldiği bu toplantıda doğa-insan temelinde tartışıldı. Böylece çevre-insan kavramı ilk olarak dünya gündemine taşındı. Hatta BM’ce bu toplantıda 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak ilan edildi.
 
 
 

Daha sonra iki kutuplu bir dünya düzeninden tek kutuplu dünya düzenine dönen bir ortamda 1992 yılında BM’ce Brezilya, Rio’da çevre ve insan kavramı yerine çevre ve kalkınma kavramı ortaya çıktı ve “Çevre ve Kalkınma” Konferansı yapıldı. Bu toplantının en belirgin özelliği ise kalkınmanın ön plana alınması idi.
 
Bu kapsam içinde çevre ve kalkınma alanlarında ülkelerin sorumlulukları ele alındı. Dünya genelini kapsayan Gündem 21 ve ormanların sürdürülebilir yönetimi gibi konularda ilke kararlarına varıldı. Dünyadaki iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik konusundaki işbirliği ve ortak hareketi öngören ilk adım olarak bir sözleşme imzaya açıldı.

2002 yılında Güney Afrika, Johannesburg’ta “Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi” gerçekleştirildi. 2012 yılında da 20-22 Haziran tarihleri arasında Brezilya, Rio’da BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı (Rio+ 20) düzenlenecektir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu yönde çalışmalar ve hazırlıklar yapılmaya başlandı.

Bu çalışmaların etkisi ile sürdürülebilir kalkınma ve yeşil ekonomi gibi kavramlar daha çok konuşulur olmaya başladı. OECD’ye göre sürdürülebilir kalkınma bugünkü insanların ihtiyaçlarını gelecek nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasında ödün verilmeden gerçekleştirilmesidir. Sürdürülebilir kalkınma anlayışı ile ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişme hedeflerinde ortak payda “sürdürülebilirlik” olarak kabul edilmektedir.

İyi kurgulanmamış çevre ile sosyoekonomik politikaların insanlığın geleceğini tehlikeye atabileceği düşünülmektedir. Yanlış politikalar nedeniyle meydana gelecek çevresel felaketlerin ve sosyal karışıklıkların nelere yol açacağı belli değildir. Özellikle çevre konusunda ortaya çıkan felaketler çoğu kez telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Bu doğrultuda ekonomik ve sosyal yapı ile çevre etkileşimi bir bütün olarak ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın yaratacağı fırsatlar ile bugünkü ve gelecek neslin doğal kaynaklardan adil yararlanmasını sağlayacağı öngörülmektedir.

Sürdürülebilir kalkınma ile birlikte ortaya çıkan diğer kavramlarda yeşil üretim ve tüketim, yeşil ekonomi gibi kavramlardır. OECD, UNDP gibi uluslararası örgütler bu kavramları çevresel iyileştirmelere katkı sağlayan mal ve hizmetlerin yatırımına ve tüketimine öncelik veren bir anlayış olarak tanımlamaktadır. Bu yaklaşım ile çevresel sürdürülebilirliğe, ekonomik gelişmeye, gelir artışı ile istihdam ve fakirliğin azaltılmasına da katkı sağlanacağı öngörülmektedir. Ancak yine de yeşil ekonomi kavramı üzerinde uzlaşılmış bir tanım yoktur.

Dünya gündeminde her geçen gün daha fazla yer alan Sürdürülebilir Kalkınma, Yeşil Ekonomi, Yeşil Üretim ve Tüketim konularında özel sektörün önceliği olan daha fazla kazanç, rekabet, daha ucuz hammadde ve işgücü anlayışı içinde çözüm üretilmesi o kadarda kolay değildir. Çünkü ulus aşan sermayenin bugüne kadar izlediği politikalardan vazgeçmesi o kadar kolay görülmemektedir. Sermayenin sınır tanımayan özgürlüğü ve rahatlığı altında gerçekleştirilen yatırımlar ve ticari uygulamalar çevre ve insana zarar vermeye devam etmektedir. Sermayenin özgürleşebilmesi için yapılan siyasi ve ticari baskılar ile ülkemizde dahil birçok ülkede devletin müdahaleci ve koruyucu kimliği bir tarafa bırakılmıştır.


Hele son yıllarda dünyadaki çevre sorunlarına neden olan sermaye gruplarının bulunduğu ülkelerin etkisi ile ortaya çıkan siyasi ve ekonomik olaylar, meydana gelen savaşlar ve iç karışıklıklar sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı konusunda inancımızı yok etmektedir. Bu durumda sürdürülebilir kalkınma felsefesi altında ne çevrenin korunması ne de gelir adaletinin sağlanması ve açlık ve yoksulluğun önlenmesi mümkündür. Çünkü sermayenin sosyal politikalara yönelik hizmet etmesi o kadar kolay değildir. Bu yönde hizmetler yapılsa da bunun sınırları doğal olarak bellidir.

Savaş tamtamlarının çaldığı, demokrasi adına insanların acımasız ve anlamsız olarak katledildiği, hayali suçların üretilerek, adaletin ve hukukun tek taraflı hale getirildiği dünyamızda sorunların çözümü demokrasiyi ve sivil toplumu araç olarak kullanan değil, demokrasiye inanan, çevreye ve insana saygı duyan, geleceğe karşı sorumluluk taşıyan bir ekonomik model ile mümkündür. Bu model sosyo ekonomik politikalara hizmet kooperatifler ile mümkündür.

Günümüzde sermaye gruplarının yürüttüğü medya ve siyasi güçlerin etkisi ile oluşan ekonomi politikalar çerçevesinde bizim gibi ülkelerde hayali ve anlamsız bir öneri olarak görülebilir. Bu düşüncede olanların başta ABD ve diğer gelişmiş ülkelerdeki kooperatifçilik hareketinin sosyal ve ekonomik olarak neler yaptıklarına ve bu ülkelerde kooperatifler konusunda izledikleri politikalara bakmaları gereklidir.

Daha da önemlisi gerçekleri gören BM 2012 yılını dünyadaki açlık, yoksullukla mücadelede kooperatiflerin başarıları dikkate alınarak çerçevesinde Uluslararası kooperatifler yılı ilan etmiştir. Dünya kooperatiflerinin üst örgütü olan Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin (ICA) son genel kurulunda ele alınan öncelikli konu çevre, insan ve küresel iklim değişikliğinin neden olduğu sorunlar idi. Çünkü kooperatifçilik hareketi çevreye ve insana saygı çerçevesinde bu kötü gidişe çare bulmada öncü rol oynamak istemektedir. Nitekim ICA tarafından 26 Şubat- 2 Mart 2012 tarihleri arasında Tayland Bangkok’da düzenlenecek olan 9. Asya Pasifik Ekonomi Bakanları toplantısında ana konulardan birisi sürdürülebilir ekonomi ve çevre konusunda kooperatiflerin rolüdür. http://www.ica-ap.coop/sites/default/files/conceptprogram.pdf

Kim ne derse desin dünyada son 20 yıldır uygulanan ekonomik politika çökmüştür. Çokuluslu şirketlerin ve onların global temsilcilerinin propagandası ile satalım özelleştirelim kurtulalım anlayışı bitmiştir. Dünyada son yıllarda ortaya çıkan ve etkisi her geçen gün artan global ekonomik krizin yol açtığı yıkımlar ve başta gelişmiş ülkeler olmak üzere bu anlayıştan vazgeçilmeye başlandığı dikkate alınırsa bizlerin bu politikaları uygulamamız anlamsız ve tehlikelidir.

Gerek ABD gerekse diğer gelişmiş ülkelerde uygulanan ekonomik politikalar ortadadır. Pek tabii ki özel sektör ve yabancı sermaye ekonomi içinde yer alacaktır. Ancak ülkelerin milli bütünlüğü ve ekonomik bağımsızlığı için ekonomide kamunun ya da kooperatifler gibi sosyo ekonomik örgütlerin ağırlığının korunması şarttır. Aksi halde gerek ülkeler bazında gerekse dünya ölçeğinde sürdürülebilir kalkınma, açlık ve yoksulluğun sona ermesi, çevrenin ve insan haklarının korunması mümkün değildir.

http://www.surdurulebilirkalkinma.gov.tr/Rio+20.portal

Ekleme Tarihi
27.02.2012
Ekleyen Kişi
Ünal ÖRNEK


Paylaş | |
 DİĞER YAZILARI