Avrupa’da finansal istikrarı sağlamak, kamu borcu yükselen üye ülkeleri kurtarmak ve riskli bankaları güçlendirmek için yapılan görüşmeler iki yıl sürdü. En borçlu ülke konumundaki Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkarılması konuşuldu. Bazı gözlemciler, AB’nin geleceği konusundaki kaygılarını dile getirdi ve sonunda geçen hafta toplanan AB Zirvesi,istikrarsızlığın önlenmesi amacıyla bir dizi önlem aldı.
Bu önlemleri şu şekilde özetleyebiliriz.
Yunanistan,içinde bulunduğu borç batağından kurtarılacak, Avrupa’nın riskli bankalarının sermaye yapısı güçlendirilecek ve Avrupa İstikrar Fonu’ndan kurtarma faaliyetleri için kullanılacak finansman kaynağı 440 milyar Euro’dan 1 trilyon Euro’ya çıkarılacaktır. İlk aşamada bankalar ve finans kuruluşları ellerinde bulundurdukları Yunan tahvillerinde % 50 indirimi kabul edecekler, böylece Yunanistan’ın halen GSMYİH na göre % 160 olan borç seviyesi 2020 yılına kadar % 120 ye gerileyecektir. Bu operasyon sonucu Yunanistan’ın borcu 100 milyar Euro azalacaktır. Yunanistan elbette operasyon sonucu kalan borç miktarını ödeyecektir.
Kararlar ilk aşamada sevinçle karşılandı, Euro’nun değeri arttı. Borsalar yükseldi.
Ancak kararların ayrıntılarına girildikçe farklı bir tablo ile karşılaşıldı. Programın finansmanı yoktu ve uygulanabilme olasılığı zayıftı. Finansman kaynağı belirsiz bir yatırım kararına benziyordu.
İsterseniz bu konuyu biraz daha açalım.
Yunanistan,,borçlarının bir bölümünün silinmesne rağmen,kalan borcunu ödemesi için ekonomisini büyütmek zorundadır ve bunun için ek kaynağa ihtiyaç duyacaktır. Bugünkü ekonomik yapısıyla bunu başarması kolay olmayacaktır. Yakın zamanda yeni indirimler için başvurma durumunda kalabilecektir. Zaten Yunan tahvillerinin 50 milyar Euro’luk bölümü Yunan bankalarında ve 35 milyar Euro’luk bölümü emeklilik fonlarındadır. Sokak hareketlerinin sürdüğü bir ortamda emeklilik sistemini de zora sokmak siyaseten tercih edilecek bir durum değildir.
Başka borçlu AB üyeleri, örneğin İspanya, Portekiz, Irlanda ve İtalya gibi ülkeler de,borçlarının bir miktarının silinmesi için başvuruda bulunabilecekler ve bu durumda karışıklık genişleyebilecektir.
Avrupa İstikrar Fonu’nu 440 milyar Euro’dan 1 trilyon Euro’ya çıkarma kararı da açıktadır. Artışın hangi kaynaklardan sağlanacağı belli değildir. Fon, Euro ülkelerinin borçlanmalrının sadece % 20 sine kefil olmaktadır. Bu garanti oranı muhtemelen yeterli olmayacaktır. Kuzey Avrupa ülkeleri, vergi arttırmak zorunda kalmamak için, Fon’a para vermek istememektedir. Bu durumda, riskleri giderek büyüyen Avrupa bankalarına ek kaynak aktarmak suretiyle sermaye yapılarını güçlendirmek te kolay bir iş değildir. Kendi içinden borlanma zaten mümkün değildir ama mümkün olsa bile kredi hacmi daralacağı için yeni bir durgunluk gündeme gelecektir.
Dışarıdan borçlanmak için en uygun ülke olarak Çin görülmektedir. Çin’in gerekli kaynağı vardır. Ancak böyle bir fedakarlık için bir bedel isteyecektir. Muhtemelen,kendisine karşı uygulanan dış ticaret kotalarının kaldırılmasını ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kendisini rahatsız eden kurallarının (antidamping ve subvansiyon uygulamaları gibi) hafifletilmesini isteyecektir. Zaten Çin, kendisine “ kurtarıcı” olarak bakılmaması gerektiğini açıklamıştır. Son anda Rusya da,kurtarma fonuna katkıda bulunacağını açıklamıştır ama,şartlarını belirtmemiştir.
Konunun çözümü yine G-20 toplantısında alınacak kararlara kalmıştır. Genel kanı devreye yine IMF’in sokulacağı,ek kaynak ihtiyacının bu kuruluşun koşullarına uygun olarak karşılanmasına çalışılacağı şeklindedir, Eğer Çin, ağırlıklı kaynak olarak tercih edilirse,bir bedel ödenmesi gerekecek ve yeniden müzakerelere başlanılacaktır.
Bana kalırsa, bu karmaşa, AB’nin bütün üyelerini kapsayacak bir mali birlik sağlanıncaya kadar zaman zaman ortaya çıkacaktır. Bir mali Birliğin kurulması halinde üyelerin, bütçe ve borç performanslarının uyumlu hale getirilmesi ve yol boyu denetimleri mümkün olabilecektir. Başka bir tercih te,sorun ortaya çıktıktan sonra nasıl çözüleceğini yıllar sürecek müzakerelerie bırakmaktr. Yani bugünkü uygulamadır.