AVRUPA’ DAN İŞLETME ALIMINA TEŞVİK
Basında yer alan haberlere göre, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan kriz dolayısıyla Avrupa’da 1 milyon 600 bin şirketin kapanma aşamasına geldiğini, bu şirketlerin bir çoğuna Türk iş adamlarının talip olduğunu söylemiş ve alım ve işletmelerin kolaylaştırılmasında kullanılmak üzere Türk iş adamlarına 200.000 dolar civarında teşvik verileceğini ifade etmiştir.
Kapanma aşamasına geldiği bildirilen bütün şirketlere talip olacağımız düşünülemeyeceğine göre, herhalde teşvik verilirken bazı kriterlerin uygulanması sözkonusu olacaktır.
Bu aşamada, satın alınması için teşvik verilecek sektörlerin hangileri olacağını, rekabet güçlerinin dikkate alınıp alınmayacağını, bir talep araştırmasının yapılıp yapılmadığını ve şirket seçiminde ucuzluk yanında hangi ölçülerin dikkate alınacağını bilmiyoruz.
Ama yine de Sayın Bakanın yaklaşımını ilginç bulduğumuzu söyleyebiliriz.
İlk bakışta,” neden kendi ülkemizde iş yapmak, istihdam yaratmak, kendi hayat standardımızı arttırmak varken, başka ülkelerin ekonomilerine katkıda bulunalım? “ sorusunu sormak mümkündür. Bu soru geçmişte de çok sorulmuştur. Eğer iç ve dış şartlar eşitse, en azından benzer durumdaysa ve her iki halde de birbirlerine yakın avantajlar sağlanıyorsa, aynı soru bugün de sorulabilir. Haklı bir soru olur. Elbette önemli olan iç ve dış şartları benzer düzeye getirebilmektir.
Ancak, satın alınacak işletmenin bedeli, işletme maliyeti, mevcut ve ilerideki talebin yoğunluğu, kullandığı ileri teknoloji daha rekabetçi bir ortam sağlıyorsa, yurt dışından tesis alma tercihi kaçınılmaz hale gelir.
Küreselleşme, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, ulaştırma hizmetlerinin yaygınlığı, piyasalardaki rekabeti daha yoğun hale getirmektedir. Dünya giderek tek pazar haline gelmektedir. Rekabetçi olmayan bir işletmenin veya ürünün pazar payı azalmaya hatta yok olmaya mahkumdur.
Yerli sanayiyi, koruma önlemleri ile ayakta tutmak ve geliştirmek te artık güçtür. Uluslararası yükümlülükler, haksız rekabet halleri hariç, bu tür koruma önlemlerine izin vermemekte ve bu yoldaki girişimler misilleme ile karşılaşmaktadır.
Bugünkü piyasa koşullarında, dağıtım kanallarına hakimiyet, en az üretim kadar önemlidir. Alıcının limanına kadar götürülüp bırakılan, hatta nereye gittiği bile bilinmeyen ürün ihracat modeli artık eskimiştir. Dağıtım kanallarının sadece talebi karşılayan değil, talep yaratan satış birimleri haline geldiği bir dönemdeyiz.
Bu satış birimlerine ayni kalitede, istenilen miktarda ve zamanda ürün verebilmek ve aşırı fiyat oynaklığına yol açmamak rekabetin ana unsurları haline gelmektedir.
Eğer şartlar gerektiriyorsa, yerinde üretim ve dağıtım; nakliye avantajı sağlaması, iç talepteki değişikliklerin daha kolay izlenmesine imkan vermesi, arz istikrarına yol açması ve sürekliliği dolayısıyla müşteri alışkanlığı yaratması açılarından tercih sebebi sayılabilir.
ŞEVKET ÖZÜGERGİN