ŞEVKET ÖZÜGERGİN FED Kararları Ve Muhtemel Etkileri
ABD Merkez Bankası (FED), parasal genişlemeye son verilmesine ilişkin merakla beklenen kararını verdi. Aylık 85 milyar dolarlık tahvil alımını, Ocak 2014 ten başlayarak her ay 10 milyar dolar azaltacağını, halen % 0-0,25 aralığında bulunan faiz hadlerini değiştirmeyeceğini, bu faiz hadlerinin işsizlik oranı % 6,5 seviyelerine ininceye kadar ve enflasyon oranının % 2,5 düzeyinin altında kaldığı sürece devam edeceğini açıkladı. Kararın gerekçeleri bellidir. Amerikan ekonomisi yeniden büyümeye başlamıştır. İşsizlik oranı % 7 ye gerilemiştir. 10 yıllık Hazine tahvil faizleri % 2,80-3,00 aralığına kadar yükselmiştir ve bu durum ABD’den dışarıya giden paraların geri gelmesi ve yeni kaynakların girişini teşvik etmesi açısından cazip bir seviyedir. Ekonomiyi canlandırmak için piyasaya bol ve ucuz para vererek yapay dengeler kurmanın artık sonuna gelinmelidir. Piyasa koşullarına uygun, gerçekçi ve yeni dengelere ihtiyaç vardır. FED’in görüşleri özetle böyledir. FED’in kararı olumludur. Belirsizlik ortadan kalkmıştır. Para muslukları aniden kapatılmamış zamana yayılarak, bir yumuşak geçiş tercih edilmiştir. Yine de kararın, farklı ekonomik yapılara sahip ülkeleri, farklı şekilde etkileyeceği açıktır. Türkiye de bu ülkelerden biridir. İsterseniz önce 2013 yılının son haftasına girdiğimiz bu günlerdeki ekonomik tabloya bir göz atalım. Aslında geçen yıla nazaran çok farklı bir tablo ile karşılaşmadığımızı görüyoruz. Cari açık ve açığın finansmanı, büyümenin iç talepten mi, dış talepten mi kaynaklanacağı, doğrudan yabancı yatırımların ve kısa vadeli sermaye girişlerinin artışı için gerekli ortamın var olup olmadığı önümüzdeki yılda da tartışılmaya devam edilecek gibi görünmektedir. Ekonomik büyüme açısından Türkiye, benzer ekonomilere sahip ülkeler ve hatta AB üyeleri ile karşılaştırıldığında iyi sayılabilecek bir yıl yaşamıştır. Bu yılın üçüncü çeyreğinde reel olarak % 4,4 lük bir büyüme sağlanmıştır. Son 12 aydaki reel büyüme oranı da % 3,3 tür. Büyüme rakamlarının incelenmesinden bazı ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Türkiye ekonomisi iç talep artışı ile büyümektedir. Bu durum neredeyse bir kural haline gelmiştir. Dış talebin yani dış ticaretin büyümeye katkısı yoktur hatta negatif durumdadır. Nitekim 3.çeyrekte büyümenin % 6,6 lık bölümü iç talep büyümesinden kaynaklanırken dış talebin katkısı eksi % 2,2 olmuştur. Yıllık bazda da iç talebin büyümeye katkısı % 4,3,dış talebin payı ise eksi % 1 dir. Bir başka ilginç nokta da, yıl başından bu yana görülenin aksine, büyümeye kamu kesimi talebi katkısının azalması buna karşılık hane halkı tüketimi ile özel yatırım harcamaları payının yükselmesidir. Nitekim, 3,çeyrekte özel kesim talebinin büyümeye katkısı% 6,1 iken, kamu kesimi talebinin katkısı % 0,4 te kalmıştır. Dördüncü çeyrekte de özel kesim talebinin hız keseceğine dair bir işaret yoktur. Cari açık, önümüzdeki yılda da ana ekonomik sorun olmaya devam edecektir. Bu yılın cari açığının geçen yılki seviyeyi aşacağı ve 60 milyar doların üzerine çıkacağı belli olmuştur. Açığın gayri safi milli hasılaya oranı da % 7 nin üzerinde olacağa benzemektedir. Cari açığın finansmanı açısından kullanılabilecek araçlar bellidir. Bunlar, ihracatın arttırılması, sıcak para girişlerinin hızlanması, doğrudan yabancı yatırımların artması ve doğrudan dış borçlanmadır. Kısa vadede ihracatın yapısının değiştirilmesi, katma değeri yüksek ürünlere dönülmesi, teknolojinin geliştirilmesi, ucuz mallardan, daha pahalı, markalı ürünlere geçilmesi zordur. Ancak yine de en sağlıklı yol, ihracat gelirlerinin arttırılmasıdır. Sıcak para girişinin hızlanması en kolay cari açık kapama yolu gibi görünmektedir. Ancak bu yol ihracatı daha pahalı, ithalatı daha ucuz hale getirmekte ve yerli üretime zarar vermektedir. Doğrudan yabancı yatırım girişlerinde ise sürekli bir azalış izlenmektedir. 2007 yılında 22 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım çeken ülkemize bu yılın ilk 10 ayında giren miktar 9 milyar doların biraz üstündedir. Dış borç stokumuz ise, GSMH’ya oranı açısından benzer ülkelere nazaran yüksek değilse bile, giderek artmaktadır.
FED’in kararı kısa vadede piyasaları çok etkilemeyecektir. Çünkü beklenen bir karardır ve piyasalarca satın alınmıştır. Önemli olan bundan sonraki politikalarımız, uygulamalarımız ve özellikle ekonomik ve siyasal istikrarımızdır. Bozulacak bir siyasi ve/veya ekonomik istikrar, riskimizi arttıracak, büyümek için ihtiyaç duyduğumuz kaynak akışını sınırlandıracak, maliyetini yükseltecek, piyasaların güvenini sarsacak ve giderilmesi çok zor olacak bir belirsizlik ortamına yol açacaktır. Asıl sorun budur. |