TARIMDA SON DURUM VE TARIMSAL DESTEKLEMELER
Tarım, Türkiye için vazgeçilmez bir sektördür. Ülkemiz nüfusunun % 35’i tarım alanında istihdam etmektedir. Yine tarımsal sanayiyle (tekstil, un, yağ, konserve, yem vb) ülke ekonomisine sağladığı katma değer tarımın vazgeçilmez olduğunun ayrı bir göstergesidir. Aslında ülkede bu kadar yoğun bir nüfusun tarımla uğraşması gelişmişlik açısından çeşitli sıkıntılar yaratmaktadır. Zira AB’de bu oranın % 5 olduğu bilinmektedir. Ancak bu güne kadarki tarım politikalarının yanlış olması, tarım ile birlikte sanayinin de geliştirilememesi tarımdaki bu istihdam sorununu her geçen gün içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Gelişmiş ülkeler tarımla sanayiyi birlikte paralel olarak ilerletirken bizim muhteremler biz sanayi ülkesiyiz deyip tarımdan elini ayağını çekerek tarımı kaderine terk etmişlerdir. Bu terk edilmişliğe uluslar arası bir destekte gelince tarımda işte şimdi yaşadığımız sorunlar karşımıza çıkıvermiştir. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda 1 milyon olan işletme sayısı günümüzde 4,5 milyona yükselmiştir. Bu yıllarda ülkemizdeki toprak alanları artmadığına göre işletme sayısının artması, işletme başına düşen tarım alanlarını hızla düşürmektedir. Bu sayının artışına başka alanlarda iş bulamayan vatandaşların tarım alanında faaliyete başlayarak karnını doyurmaya çabalaması gerçeği yatmaktadır. Hatta kimi zaman kriz dönemlerinde başka sektörlerde işten atılanlar tarım alanına kayarak burada geçimini sağlamaya çalışmıştır. Tarım sadece istihdam açısından değil aynı zamanda insanların beslenmesi bakımından da son derece stratejik bir alandır. İşte bu gerçekle tüm ülkeler tarım alanında büyük yatırımlara ve önemli politikalara imza atarken, ülkemiz tarım politikalarını yönlendirenler Türkiye’nin bir sanayi ülkesi olduğunu vurgulayarak tarımda alınması gereken önlemleri maalesef göz ardı etmektedirler. Büyük mücadeleler sonucu kurulan ülkemizde ilk dönemlerde Mustafa Kemal Atatürk savaştan yeni çıkan bir ülkede yığınla sorun ile uğraşırken tarım ile ilgili olarak şu sözleri ifade etmiştir. ‘’ Ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca ulaşmayı kolaylaştıracaktır. ‘’ Bu sözler günümüz tarım politikalarını yönlendirenlerin icraatlarıyla kıyaslandığında tarımımızın ne kadar vahim bir noktada olduğunu görmek mümkündür. Yine 57. hükümet döneminde Tarım Bakanı olan Hüsnü Yusuf Gökalp in Yeniçağ gazetesi yazarı Serpil Özkayak a verdiği demeçte, bakan olduğu dönemlerde tarım ile ilgili bazı yasaların çıkarılmasını engellediler şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Kendiside bir ziraat profesörü olan Gökalp görev aldığı süre içerisinde başta tarım yasası olmak üzere tarımdaki birçok eksiği tamamlamaya çalıştığını, ancak engellendiğini belirtip, sürekli başka konuların gündeme taşındığını ifade etmiştir. Yapmak istediklerim, ABD ve AB’nin yani batının işine gelmedi ve bu nedenle her yapmak istediğim engellendi diyen eski bakan aslında Türkiye’nin nasıl bir ortama sürüklenmiş olduğunu da bir zamanların en tepedeki ismi olarak kamuoyuna aktarmıştır. Aslında bu konu üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan birisidir, gerçektende tarımımızın gelişmesi batılı ülkelerin işine mi gelmiyordu? Bu sorunun cevabı geçmişe yönelik olarak hafızalarımızı biraz çalıştırmaktan geçmektedir. Bundan tam 30 yıl önce dünyada en çok buğday üreten ilk 5 ülke arasında yer alan Türkiye şu anda buğday ithalatı yapan bir ülke konumuna gelmiştir. Yine bu yıllarda başka ülkelere pamuk ihraç eden sınırlı sayıda ülke arasında yer alan Türkiye, pamuk tarımını 3-5 yıldır yapmaya başlayan Yunanistan’dan pamuk ithal etmeye başlamıştır. Dünyanın en kaliteli tütününü üreten ülkemizde çıkarılan tütün yasası ile tütün üretimi de bitme noktasına gelmiştir. Dünya pazarında önemli bir ağırlığı olan Malatya kayısısı yerine artık İspanyol ve İtalyan kayısıları pazara hakim olmaya başladı. Amasya elmasını artık bilen yok onların yerine Galo ve Fuji elmaları var. Bütün tohumlarımızı İsrail ve Amerika’dan ithal etmeye başladık (Bunda en önemli etken tohum yasasıdır). Artık ülkemize özgü ve Türkçe isimle anılan ne bir anaç kaldı nede tohum kaldı. Peki tüm bunların sorumlusu kim? Cevap, bu ürünlere yönelik çıkarılan yaslarda (Yasaları okumanızı tavsiye ederim ayrıca diğer ülkelerin benzer yasalarıyla kıyaslarsanız her şey ortaya çıkar). Şu anda Hollanda’nın tarım ürünleri ihracatı neredeyse ülkemiz bütçesine eşit, Amerika, İsrail onlarında öyle. Peki bu ülkeler sanayi ülkesi değimli? Neden bu kadar çok kazanıyorlar tarımda? Çünkü, bu ülkeler geleceklerini ve halklarının refahını düşünenler tarafında yönetiliyorlar ceplerini düşünenler tarafından yönetilmiyorlar. Onların ülkelerinde mera alanları ve ormanlar arazi mafyalarına peşkeş çekilmiyor.
Bitkisel üretim böylede hayvancılık nasıl acaba… 1970 yılında dünyanın en büyük küçük ve büyük baş hayvan ihracatçısıydık, şimdi hem ithalatçı olduk hem de en çok kaçak hayvanın girdiği ülke olduk. Son dönemlerde yaşanan süt krizi ile çiftçiler artık süt veren ineklerini yok pahasına kesmeye başladı. Bu durum vahim bir serüvene doğru sürüklenip gitmektedir. Gelişmiş ülkelerde de elbette çeşitli sorunlar vardır ancak o ülkeler kendi çiftçisini başta desteklemeler olmak üzere çeşitli şekillerde sübvanse etmektedir. Desteklemeler doğru ve yerinde yapıldığı sürece tüm ülkelerde tarımın gelişiminde önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda ülkemizde çiftçilerin son umudu tarımsal desteklemeler. Tarımsal desteklemelerde son durum nedir? Bu konuyla ilgili bazı ayrıntılara bakalım…
Dünya bankası ile yapılan anlaşma doğrultusunda 2000 yılında uygulamaya konulan Tarımda Reform Uygulama Projesi ile Doğrudan Gelir Desteği (DGD) uygulamasına geçildi. 2001 yılından itibaren uygulanan ve üretilen ürüne bağlı olmaksızın alan bazında desteklemeyi öngören DGD, 2006 da kabul edilen Tarım Strateji belgesinde tarımsal desteklemeler içerisinde payı % 85 den % 45’e düşürüldü. 2008 yılında ise DGD 60. hükümet tarafından tamamen kaldırıldı. Artık bunun yerine ürüne destek modeline geçildi. Buna göre son kararla alına desteklemeler şöyledir;
1- Hayvancılık Desteklemeleri: Sığır başına 225 TL, yem bitkilerinden sulu şartlarda yonca üretimine 103,5 TL/dekar vb destekler sunulmaya başlandı.
2- Sertifikalı Tohum, Fide ve Fidan Destekleri: Buğday 4,5 TL/dekar vb.
3- Mazot Desteği: Buğday, Arpa ve Mısır için 2,925 TL/dekar. Şeker pancarı, Pamuk vb. bitkiler için 5,4 TL/dekar verilecek.
4- Kimyevi Gübre Desteği: Buğday, Arpa ve Mısır için 2,925 TL/dekar. Şeker pancarı, Pamuk vb. bitkiler için 5,4 TL/dekar verilecek.
5- Fark Ödemleri: Pamuk- Sertifikalı, 0,324 TL/kg. Sertifikasız, 0,270 TL/kg. Mısır 0,036 TL/kg destekleme verilecek.
Bunların dışında, Organik Tarım yapanlara 18 TL/dekar, Toprak analizi yaptıranlara 2,25 TL/dekar destekleme verilecektir. Yine tarım sigortalarının poliçe tutarının % 50’si bakanlık tarafından karşılanacaktır. Tarımsal desteklemelerin bir diğer yönü de faizli kredi kullandırılması ve Kırsal Kalkınma projelerinin desteklenmesidir. Tarımsal krediler başta iyi tarım uygulamaları kapsamında ziraat bankası tarafından verilen ve faiz oranları üretim alanına göre değişen kredilerdir. Kırsal kalkınma proje desteklemesi ise hibe projelerdir. Proje tutarının % 50 si hibe şeklinde üreticiye sunulmaktadır. Hibe başvuruları, tarımsal üretimde daha çok ürün işleme, ambalajlama ve depolamaya yönelik olarak yapılan projelere verilen desteklerdir.
Bakanlığın açıkladığı desteklemeler böyle iken bunu gelişmiş batılı ülkelerle kıyasladığımızda bu miktarların onlara göre devede kulak kaldığını belirtmek gerekir. Türkiyede 1990 yılına kadar tarıma ayrılan destek miktarı bütçenin % 10’u civarındaydı. Daha sonra bu oran % 6-6,5’a bundan sonrada ilk % 3’e sonrada % 1’e kadar düşürülmüştür. Bu düşüşlerde kuşkusuz IMF ile yapılan pazarlıklar etkili olmuştur. Çünkü son dönemlerde IMF ile yapılan görüşmeler kapsamında uluslar arası para fonunun bütçeden % 1 tarıma ayrılan paya da karşı çıkarak bunu % 1’inde altına düşürdüğü bilinmektedir. 2009 bütçesi açıklanırken tarımsal desteklemelere % 1 pay ayrılacağı (5,5 Milyar TL) vurgulanmıştı. Oysa daha sonra bu miktar 4,95 Milyar TL ye düşürülmüştür. Bu düşüşü çiftçilerin ümüğünü sıkmaya niyetli olan IMF’in sağladığı bilinmektedir. Kısaca 2009 yılında tarımsal desteklemelere ayrılan pay % 1’in de altına düşmüştür. Oysa yine mevcut hükümet tarafından hazırlanan Tarım Kanununun 15. maddesi aynen şöyledir. ‘’ Tarımsal destekleme programlarının finansmanı bütçe kaynaklarından yapılır. Bu miktar GSMH’nın % 1’inden az olamaz.’’ Görüldüğü üzere kanun kendisini hazırlayanlar tarafından ihlal edilmiştir.
İyi güzelde her konuda örnek aldığımız AB de durum nasıl acaba? AB özellikle 1958 Ortak Tarım Politikalarına (OTP) geçtikten sonra tarımı tek elden yöneterek üreticinin ve kendi ülkelerinin daha fazla üretimle daha çok para kazanmasını sağlamaya çalışmıştır. AB de son bütçe çalışmalarında tarımsal desteklemelere bütçeden % 45 pay ayrılmıştır. % 1 ile kıyasladığımızda neden tarımın gelişmediği sorusunun cevabı veriliyor sanırım. Amerika da ise durum daha da güzel. Çünkü çiftçi önümüzdeki 5 yıl boyunca hangi ürünü ekerse ne kadar destek alacağını biliyor. Buna göre gerekli tedbirlerini alarak planlamasını yapmaktadır. Ülkemizde çiftçi bırakın 5 yılı hasat ettiği gün o yılki üründe ne kadar destek alacağını bilmiyor. Örneğin geçen sezon pamuk hasat edenlerin bu yıl ne kadar destek alacakları henüz belli değil.
Özellikle batılı ülkelerin tarımımıza balta vurduğundan şikâyetçi oluyoruz. Bu noktada ifade etmeye çalıştıklarım bu konuda açıklayıcı olduğu kanısındayım. 1950’li yıllara kadar ülkemizi bir beslenme deposu olarak gören batılı ülkeler özellikle OTP vb uygulamalarla üretimini katlamış şimdide bu fazla ürünleri satabilecekleri pazarlar aramaktadırlar. Daha önce bizden ürün alanlar şimdi bizi pazar olarak görüyor. Bundan dolayıdır ki ülkemiz tarımının düşmesi için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Bunu anladık tamamda onlar kendi ülkeleri menfaatleri için bunu yapıyorlar bizimkiler neden bu oyunlara geliyorlar işte kritik soruda burada… Bu arada son yaşanılan Rusya yaş sebze krizinden de İspanya çıktı çünkü İspanya bu pazarı ele geçirmek istiyor. Ülkemize birçok AB ülkesinde tarımsal ürünler ithal edildiği ise artık göz ardı edilemeyen bir gerçektir. Görüldüğü gibi AB artık bizi bir Pazar olarak görüyor. Neyse yazının sonunu şu cümleyle bitireyim ‘’Tarım Yaşamdır. Kaderine Terk Edilemez...’’
Arş. Gör. Ahmet KARTALKANAT
KSÜ ZİRAAT FAKÜLTESİ |